Ana Sayfa

berlinturkbanner

berlinturkbanner

Dr. A.Atilla Doğan

Dr. A.Atilla Doğan   |  BERLİN

aatilladogan@gmail.com

YAZARIN TÜM YAZILARI

Ben Kimim? Ben Neyim, Nereliyim?

Yüzyıllar boyunca insanoğlu kimlik konusunda çok kafa yormuştur. Eğer yapay zeka ya da robot-insan türü melez bireyler gelecek yüzyıllara hakim olmaz ise, insanlar kimliği hakkında hep merak içinde olacak gibi görünüyor. Kuramsal olarak baktığımızda doğduğumuz anda edindiğimiz bazı statüler var.

Cinsiyetimiz, ırkımız, milliyetimiz gibi. Bunlar bize verilmiş statülerdir. Bunlardan bazılarını sonradan değiştirmek mümkün olduğu gibi, bazılarını değiştirmek mümkün değildir. Unutmayalım ki, doğmayı biz seçmediğimiz halde doğarız, bebek, çocuk, genç, orta yaşlı, yaşlı, ihtiyar gibi zaman içinde edinilen statülere de kendiliğinden sahip oluruz.

Diğer bir statü türü de kendi emek ve yeteneklerimiz ile elde ettiğimiz kazanılmış statülerdir. Örneğin okula başlarız öğrenci oluruz, birini beğeniriz aşık oluruz, okul biter mezun oluruz, vatan görevi der asker oluruz, evleniriz düğünde gelin veya damat, sonra da eş oluruz, iş sahibi, meslek sahibi oluruz. Gün gelir nine veya dede oluruz, ecel gelir mevta oluruz. Emek ve yeteneklerimiz ile elde edilen statüler akıcıdır, sürelidir, değişkendir; gelir, geçer ve nihayetinde her şey biter.

Bir diğer statü türü de ‘’namın yürümesidir’’. Örneğin tıp doktoru olarak hayata atılan birinin oyuncu olması halinde hekimliği unutulup, herkes tarafından artık sadece oyuncu olarak bilinecektir. Bu durum akademisyenlikten siyasete girip, değişik statülere sahip olanlar için de söylenebilir. Bu duruma baskın statü ya da anahtar statü diyebiliriz.

Gelelim göçmen kökenlilerin kimliğine bu mesele de zamanla, mekanla ve şartlarla değişkenlik gösteren bir durumdur. O nedenle Almanya’daki Türklerin çok sık kullandığı ‘’Almanya’da yabancı, Türkiye’de Almancıyız!’’ sözü bu karışıklığı açıklamada ‘’maymuncuk’’ gibidir.

İlk göç edenlerde etnik kimlik güçlüdür, ikinci kuşak bu güçlü etnik kimliğin etkisinde birinci kuşağa benzer tutum ve davranış geliştirebilir. Üçüncü kuşak göç edilen ülkeye daha uyumludur. Birçok çelişki yaşasa da atalarının geldiği ülke ile bağlarını sürdürse de tercih durumunda kaldığında; kendini toplumsallaştığı ülkeye ait hissetmeye başlar. Dördüncü kuşak giderek atalarının geldiği ülkeye yabancılaşır. O artık yaşadığı ülkenin ve şehrin bir bireyidir. Baskın kültürün kendini kabul etmesi için elinden geleni yapar, Bu uyum beşinci, altıncı ve yedinci kuşaklarda da artarak devam edecek ve yaklaşık yedinci kuşakta atalarının dilini bile akıcı olarak konuşamaz duruma gelecektir.

Göçmenlerin asimile olması ortalama yüzelli yıllık bir süreçtir. Göçmen toplumu zaman içinde değişir. Nitekim 19.  Yüzyılda Almanya’ya getirilen Polonyalı işçiler bu ülkede kalıcı olmuşlardır. Yaklaşık yüzelli yıl önce gelen Polonyalıların torunları günümüzde Alman toplumu  içinde asimile  olmuşlardır. Bu verilerden hareket edersek yaklaşık yüz yıl içinde yedi kuşak öncesi Türkiye’den işçi olarak gelmiş dedelere sahip bireylerin de Alman toplumu içinde etnik kimlik yönünden asimile olabileceklerini söyleyebiliriz.

Ben kimim? Ben neyim?

Yaşınız kadar geriye gittiğinizde, doğduğunuz saatin birinci dakikasında bebektiniz! Minicik elleriniz, ayaklarınız ve parmaklarınız vardı! Bakın bakalım aynaya o bebekten geriye ne kaldı? Yetmiş yaşınızda geçin aynaya, alın elinize yirmi yaşınızdaki fotoğrafı sorun bakalım; aynadaki ben isem, fotoğraftaki kim? Fotoğraftaki ben isem aynadaki kim? Fotoğraftaki geçmişte kaldı! Öyle biri yok artık. Her değişimle farklı bir kimliğe bürünmekte insan. Dün kim olduğumuz ve ne olduğumuzdan çok bugün kimiz ve neyiz ona bakmak durumundayız! Yirmi yaşındaki fotoğraftaki gibi olmak ve kalmak iddiası taşımak psikolojik bir sorundur! Onun gelip geçeceğini bilmek ve ona göre davranmak gerekir. Sahip olduğun ailenin etnik kimliği dışında etnik kimlikler aramak da, benzer bir hastalıktır. Ya da kendi etnik kimliğini en mükemmel görmek ve kendi etnik kimliği dışındakilere yaşam hakkı tanımamak milliyetçilik değil, ırkçılıktır. Irkçılık da tedavisi zor bir ruh hastalığıdır.

Peki melez ailelerin çocukları olmak nasıl bir duygudur? Sahip olduğu bu özelliği iyi değerlendirenler için müthiş bir zenginliktir. Melezler hep dikkat çekicidir ve yaşadıkları toplumu güzelleştirirler. Farklı milliyetlere sahip melezlerin büyük kısmı iki dilli, hatta dede ve nineleri de melez ise çok dilli ve kültürlü bir ortamda büyürler. Anne ve babasından biri farklı bir ırka, milliyete hatta ülke içindeki farklı bir bölgeye ait olan çocuklar zeki, güzel ve kültürlü olma şansına sahiptir.

Karmaşık ve felsefi bir soruşturmaya yönelten ‘’Ben Kimim?’’, ‘’Ben Neyim?’’ sorularına en güzel yanıt, mümkün olduğunca sade ve saf kalarak verilebilir. Bizim için kendiliğinden edinilmiş statüler en değerli olandır. Ne derler, ‘’Arada bir aynaya bakmalı insan; güzel miyim diye değil, insan mıyım diye..’’ Önemli olan insan olarak kalabilmektir.

Peki ben nereliyim?

Bu sorunun cevabı çok kolaymış gibi görünse de, zaman zaman o kadar da kolay olmuyor. Önce Almanya’da bilinen bir atasözü ile yazalım! ‘’wes Brot ich ess’, des Lied ich sing’,, ‘’ekmeğini yediğimin, şarkısını söylerim’’ olarak Türkçeye çevrilebilir. Türkiye’de ise ‘’Memleket doğduğun değil, doyduğun yerdir!’’ derler.

Demek ki neymiş nerede yerleşiksen, nerede karnın doyuyorsa orası memleketin oluyormuş. Bu düşünce, aynı ülke içinde farklı şehirlerde yaşayanlar için, bir derece kabul edilse bile; farklı ülke, farklı dil, farklı din ve farklı kültür içinde yerleşikler için geçerliliği tartışılır bir durum. Bence en güzeli, ‘Memleket; insanın kendini en rahat hissettiği yerdir’’ olmalıdır.

Bir semtin, bir şehrin, bir ülkenin önemi ve değeri; orada kurulan ilişkiler, arkadaşlıklar ve toplumsal çevredir. Dolayısıyla göçmen kökenli Türkler için; ne Türkiye’den, ne de Almanya’dan uzak kalmak mümkün değildir. Birinin çokluğu, diğerinin azlığı kabul edilse de, yokluğu büyük sorundur.