Ana Sayfa

berlinturkbanner

berlinturkbanner

Türker Ertürk

Türker Ertürk  |  BERLIN

erturkturker@gmail.com

YAZARIN TÜM YAZILARI

RUSYA’NIN PARÇALANMASI UKRAYNA’DAN BAŞLAR

Haklıyken haksız duruma düşmenin ne demek olduğunu Ukrayna’da bir defa daha görüyoruz. Rusya’nın NATO’nun doğuya doğru genişlemesini güvenlik endişesi olarak tanımlaması ve özellikle Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınmasını kırmızı çizgi olarak belirlemesi kabul edilebilir ve haklı bir tavırdı. ABD’nin Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya dahil etme isteğinin Rusya ile sorun yaratacağını ve Avrupa’nın güvenliği açısından sakıncalı olacağını gören Almanya ve Fransa ise 2008 NATO Bükreş Zirvesi’nde o ülkelerin üyeliğe giden yollarını engellemişti. Ama ABD yine de bu işten vazgeçmemişti.

 

Bugün Ukrayna’da olanlar ve özellikle sivil halkın yaşadıkları, dünya kamuoyu önünde Rusya’yı haklıyken haksız duruma düşürmüştür. Bu duruma benzemesi nedeniyle ve biraz da gergin ortamı yumuşatabileceği düşüncesiyle futboldan bir örnek vermek isterim.

 

Fransa-İtalya

 

2006 FIFA Dünya Kupası Finali’nde Fransız futbolcu Zidane, İtalyan futbolcu Materazzi’ye uzatmalarda, 110’uncu dakikada kafa attı ve hakem tarafından oyundan atıldı. Tüm dünyanın maçı izlerken son karede gördüğü; durup dururken rakibi Materazzi’ye kafa atan Zidane’dı! Zidane, Fransız pasaportu taşıyor olsa da Cezayir kökenliydi, Müslümandı ve sonuç olarak bu tür tepkiler vermesi beklenen bir doğuluydu! Ama olayın arka planı farklıydı ve işin içinde tam bir provokasyon vardı. Materazzi, maç boyunca Zidane’la girdiği her ikili mücadelede formasını çekiştiriyordu. En son çekiştirmesi sırasında Zidane, “Eğer formamı çok istiyorsan maçtan sonra sana verebilirim” demişti. Materazzi de Zidane’a cevaben “Kız kardeşini tercih ederim” demiş ve Zidane’ın kafasıyla tanışmıştı.

 

Putin yönetimindeki Rusya, doğulu mantığı ile hareket ediyor ve değişen dünyanın koşullarına ayak uyduramamış olduğu izlenimini veriyor. Düşmanı veya rakibini sana kullandığı silahla vuracaksın. Ama sorun şu; Rusya’nın yumuşak güç kapsamına giren unsurları az ve bu alanda etkisiz. Bu yüzden de askeri güç kullanma ve Ukrayna’yı istila etme eşiğini kolaylıkla geçti ve büyük hata yaptı.

 

Başkalarını Kontrol İçin Kullanılabilen Güç

 

ABD 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, uzun soluklu küresel planları paralelinde Ukrayna’yı ele geçirebilmek, Rusya’nın etki alanından ve nüfuz bölgesinden koparabilmek için siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal mühendislik adına açık veya gizli birçok yatırım yaptı. Bu süreçte Rusya ortada yoktu ve kendi problemleri ile baş etmeye çalışıyordu. Oysa ki Rusya, şimdi Ukrayna’da askeri güç kullanarak harcadığı ve harcayacağı paranın sadece bir bölümü ile bu süreçte Ukrayna’nın kendi etki alanından karşı tarafın etki alanına savrulmasını engelleyebilirdi. Kuzuyu kurdun önüne bırakmıştı, şimdi ağzından geri almaya çalışıyor.

 

Harp gemisi, savaş uçağı, tank, füze ve nükleer bomba gibi silahların, asker sayılarının ve bunların imkân kabiliyetlerinin oluşturduğu askeri güce bir ülkenin sert güç unsurları deniyor. Yumuşak güç unsurları ise teknik, karmaşık ve anlaşılması biraz daha zor bir alandır. Amerikalı siyaset bilimci Joseph Nye tarafından, 1990’lı yılların başında yumuşak gücün ne olduğu kavramlaştırıldı. Nye, bu kavramı askeri güç kullanmanın ötesinde, “Başkalarını kontrol etmek için kullanılabilecek bir güç kaynağı” olarak açıkladı.

 

Sadece Sert Güçle Hegemonya Kurulmaz

 

Eğer bir devlet; gücünü başkalarının gözünde meşru gösterebilirse, kültürü, yaşam tarzı, ekonomik modeli, özgürlükleri, yüksek teknolojisi, zenginliği, demokrasisi, kurumları ve ideolojisi ile cazibe merkezi olursa, karşı taraf onun kendisine yaptırmak istediklerine karşı istekli olur veya daha az dirençle karşılaşılır. İşte buna yumuşak güç diyoruz.

 

Birinci Soğuk Savaşı (1949-1989) ABD liderliğindeki Batı’nın kazanmasında, sahip oldukları yumuşak gücün belirleyici bir etkisi olmuştur. Yumuşak güç, sert gücün uzantısı olmak zorundadır. Başarılı bir devletin hem sert güce hem de yumuşak güce ihtiyacı vardır. Bir devlet sert gücüne dayanarak başkalarına boyun eğdirebilir, hükmedebilir ve nüfuz bölgesi içine alabilir. Ama yumuşak güce sahip değilse, bu hegemonya uzun soluklu olmaz ve sonunda kopuş yaşanır.

 

NATO’ya Zorla Girmediler

 

Sovyetler Birliği’nin sert gücü nedeniyle Varşova Paktı ülkeleri Moskova’nın nüfuz alanı dahilindeydi. Sovyetler Birliği’nin sert gücü etkisini kaybedince bu ülkeler yumuşak güce de sahip olan Batı’nın etki alanına girdiler. ABD bu fırsatı kullanarak ve tehdit ortadan kalkmış olmasına rağmen NATO’yu devam ettirerek, küresel hedeflerine ulaşmanın peşine düştü. 16 devletli NATO’yu doğuya doğru 1 santimetre bile genişletmeyeceğine dair söz vermiş olmasına rağmen, 1999’dan itibaren genişletmeye devam ederek bugün 30 devletli hale getirdi. Tabii ki kimseyi zorla NATO’ya üye yapmıyorlardı. Özellikle, Doğu Avrupa ülkeleri koşarak gelmişti. Gerçi o ülkelerin yöneticilerini ve kitlelerini ikna etmek için farklı yöntemler de kullanmışlardı.

 

Ukrayna konusu biraz farklı gelişti, öncesinde Gürcistan da öyle! “Gölge CIA” adıyla bilinen, ABD merkezli düşünce kuruluşu Stratfor ve Polonya kökenli Amerikalı siyaset bilimci, devlet adamı Zbigniew Brzezinski’ye göre “Rusya’nın parçalanması, Ukrayna’dan başlar”. Brzezinski’nin kökeni bugün Ukrayna’ya bağlı olan Brzezany kasabasından gelmektedir ve soyadı da Brzezany’li anlamındadır.

 

ABD’nin Yumuşak Gücü Çöküşe Geçti

 

ABD, Birinci Soğuk Savaş’tan kazanan taraf olarak çıktıktan sonra “Amerikan Değerleri” küresel çapta etki yarattı. ABD merkezli tek kutuplu küresel düzenin teorisyeni olan Francis Fukuyama, bu sonuç ve etki nedeniyle “tarihin sonu” ifadesini kullandı. Fakat sonrasında, ABD’nin uluslararası hukuku yok sayan, insani ilkeleri ve ahlaki değerleri ayaklar altına alan askeri müdahaleleri ile yumuşak gücü çöküşe geçti ve günümüzde bu çöküş hala devam ediyor. Ayrıca, ABD’nin Birinci Soğuk Savaş döneminde yaşanan darbeler ve seçimlere müdahaleler gibi kirli operasyonları da artık iyice sorgulanır hale geldi ve küresel çapta ABD aleyhtarlığı da giderek yaygınlaşıyor.

 

Ukrayna 1991’de bağımsız bir devlet olduktan sonra denge politikası uygularken, 2004 yılında gerçekleşen Soros destekli Turuncu Devrim sonrasında yönünü Batı’ya çevirdi. Daha sonra, 2013-2014 Kiev-Meydan’da yönünü tekrar Rusya’ya çevirmesini engelleyecek ve içinde aşırı sağcı ve Neonazilerin olduğu darbeler yapıldı. Bu Neonazilerin örgütsel geçmişi II. Dünya Savaşı sırasındaki Nazi Almanya’sı ile işbirliğine kadar uzanıyor. Ukrayna’nın bugünlere nasıl geldiğini, Meydan Darbesini, Ukrayna’daki Neonazilerin etkinliğini, darbedeki rolünü ve ne yaptıklarını daha iyi anlamak için Amerikalı, Oscar ödüllü bir yönetmen, senarist ve yapımcı olan Oliver Stone’un internette kolayca bulabileceğiniz 2016 yapımı “Ukrayna Yanıyor” adlı belgesel filmini izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

 

Rusya Geri Adım Atamaz

 

Daha önceki Ukrayna ile ilgili yazılarımda da ifade ettiğim gibi; Donbas ve yakın bölgeleri hariç Rusya’nın Ukrayna’nın tümüne yönelik geliştirdiği askeri operasyon yanlış bir hamle olmuştur. Bu yanlış hamle ABD’ye şimdilik Avrupa ve NATO’yu kendi arkasında dizayn ve tahkim etme şansını vermiş ve ayrışmayı bitirmiştir. Ancak krizin uzaması, yeni ayrışmalara neden olabilir.

 

Rusya yanlış hamle yapmış olsa da geri adım atamaz, atarsa saygınlığını ve güvenilirliğini kaybeder, itibarsızlaşır. Zaten yumuşak güç olarak zayıf olduğundan ve sert gücü de darbe alınca, nüfuz alanındaki ülkeleri -Güney Kafkasya ve Orta Asya dahil- kaybetmeye ve hatta Rusya Federasyonu içinde toprak bütünlüğü ve beka sorunu yaşamaya başlar ve çözülmeye neden olabilecek gelişmelerin önü açılır. Putin yönetimden uzaklaştırılsa bile bu süreç tersine çevrilemez. İşte bu yüzden Rusya’nın çok köşeye sıkıştırılmaması gerekir. Rusya’nın güvenlik endişeleri ile ilgili isteklerini asgari düzeyde karşılayıncaya kadar savaşı devam ettirme zorunluluğunda olduğu bilinmelidir. Eğer Rusya çok sıkıştırılırsa savaş yayılır, Çin daha enerjik ve aktif olarak sürece katılabilir ve nükleer silah kullanma eşiğine bile gelinebilir.

ABD Şimdilik Hedefine Ulaştı

 

ABD, stratejisine uygun olarak Ukrayna üzerinden Rusya ile uzun soluklu bir yıpratma savaşı peşindeydi ve hedefine ulaştı. Rusya’yı sıkıştırmak, iyice zayıflatmak, çözülme sürecine sokmak ve daha sonra tüm gücüyle Çin’e konsantre olmak istiyor. Yani ABD, şimdilik frene basmayacak gibi görünüyor. Burada iş Avrupa’ya, özellikle de Almanya ve Fransa ikilisine düşüyor. Ukrayna Savaşı uzadıkça ve ister istemez yayıldıkça, en çok kaybeden Avrupa olacak. ABD, Kanada ve İngiltere ise coğrafi avantajları nedeniyle çok az risk alacak.

 

Ukrayna’daki sıcak savaşın uzaması ve halen içinde olduğumuz İkinci Soğuk Savaşın tırmanması Türkiye’nin de çok aleyhine olur. İktidar şimdilik ikili oynamakla tarafsız görünmek arasındaki ince çizgide gidip geliyor ve hangi tarafa yaslanacağının hesabını ve pazarlığını yapmaya çalışıyor. Seçim kazanma şansı kalmayan iktidar, Ukrayna krizini ne yazık ki kendi iktidarının devamını sağlayabilecek bir fırsat olarak görüyor.

 

Ne Yapılmalı?

 

Ukrayna savaşının uzaması durumunda, ABD’nin Türkiye üzerindeki baskısı artacaktır. ABD, Türkiye hava sahasının Rusya’ya kapatılması, yaptırımlara toleranssız katılım, vekalet savaşına destek, Avrupa’dan atılacak Ruslar için vaha olunmaması, Karadeniz’den Rusya’yı kuşatmak maksadıyla Montrö’nün NATO donanmaları için fiili olarak delinmesi gibi isteklerle gelebilecektir.

 

Rusya da Türkiye’yi nefes borusu olarak kullanmak isteyecek, ucuz gaz, ucuz petrol gibi ve daha başka ikna yöntemleri ile Türkiye’nin kendisinin yanında konumlanmasına çalışacaktır. Yapılması gereken ikili oynamamak, kapalı kapılar ardından iş çevirmemek, açıkça dünya kamuoyuna ilan ederek tarafsız bir politika izlemektir. Ukrayna’ya her türlü insanı yardım yapılabilir ama silah yardımı asla yapılmamalı ve Türkiye üzerinden vekalet savaşçısı gönderilmemelidir. Ayrıca Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği desteklenmemeli ve NATO platformları dahil her ortamda bu üyeliklerin bölgenin ve Avrupa’nın güvenliği için sakınca yaratacağı anlatılmalıdır.