Dış politikasını Orta Doğu’da yeni sömürgeci bir çizgiye oturtan ve Suriye’den Libya’ya kadar Türkiye karşıtı bir strateji izleyen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa Birliği (AB) dayanışması bahanesiyle de ülkesini Türk-Yunan ve Kıbrıs sorunlarına taraf ilan etmiş bulunuyor. Bu yetmiyor bir de AB’nin bu sorunların aktif bir tarafı olması için tüm gücüyle çaba harcıyor. Bu bağlamda konuyu AB’nin Portekiz ile Akdeniz’e kıyısı olan 6 üyesinin oluşturduğu MED-7 Grubu’nun Korsika’nın merkezi Ajaccio’da dün yapılan bilgilendirme toplantısının gündemine getirdi. Elysée’den yapılan açıklamaya göre, toplantı bu ülkelerin yöneticilerine AB’nin 24-25 Eylül’deki Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi öncesinde (Türkiye’nin politikalarından) “kaygıları” ve “farklı öncelikleri” hakkında gayriresmi fikir alışverişinde bulunma fırsatı verecekti.
Macron toplantı öncesinde gazetecilere yaptığı açıklamada “Avrupa’nın artık bir partneri olmayan Türkiye’ye karşı daha birleşik ve net bir tutum alması gerektiğini” vurguladı. AB sadece “Doğu Akdeniz’de değil Libya’da da mevcut gerilimden ötürü ortak bir tutum benimsemeliydi. Çünkü Türkiye Libya kıyılarında NATO çerçevesinde görev yapan Fransız firkateynine karşı “kabul edilemez bir uygulama yapmıştı”. Görünen o ki bu konuda NATO’dan beklediği karşılığı alamayan Macron, Libya’daki ortağı isyancı General Halife Hafter’e desteğinin engellenmesini gururuna yedirememiş. Tepkisi bu olayla da sınırlı değildi aslında. Türkiye ayrıca Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile “Yunanistan’ın meşru haklarını yok sayan kabul edilemez anlaşmalar imzalamıştı.” Tam da Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in dün Le Monde’un “Tribune” köşesinde Fransız kamuoyuna açıkladığı gibi.
Macron için ayrıca “Türkiye’nin bugün Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde (MEB) sondaj yapması da kabul edilemezdi.” Oysa Oruç Reis’in sondaj yaptığı bölge, sınırları tarafımızdan belirlenerek Birleşmiş Milletler’e (BM) bildirilmiş olan kıta sahanlığımız içinde yer alıyor. Ciddi bir üçüncü tarafın en azından tartışmalı bir deniz alanıyla ilgili olarak kendisini yargıç yerine koymaması beklenirdi. Ama Macron ölçüyü o kadar kaçırmış olmalı ki AB üyelerini “niyetine açıklık kazandırması gerektiğini” belirttiği “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı devletlerin egemenliği, uluslararası hukuka saygı gibi konularda kırmızı çizgiler çizmeye” davet etti. Her ne kadar “büyük Türk halkı” ile (onun seçtiği) Erdoğan ve hükümeti ayrımını yapıyorsa da ulusal çıkarlarını böylesine ayaklar altına aldığı bir ülkede muhalefetin kendisini alkışlayabileceğini düşünmesi insan zekasıyla alay etmek değilse safdillik olsa gerek.
Fransa’nın Türkiye husumeti yeni değil, dolayısıyla Macron’a özgü olduğunu söylemek de mümkün değil. Yazılarımızda altını çizdiğimiz gibi, sağcı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Libya, solcu François Hollande’la Suriye’ye giren ve ABD’nin gölgesinde terör örgütü PYD/YPG’ye destek vermeye başlayan Fransa’nın bu politikası ne sağda ne solda olduğunu dile getiren Macron’la zirveye ulaşmış bulunuyor. Her şey birbiriyle bağlantılı olsa da Fransa’nın bu kadar net biçimde Türkiye’yi dışlayarak Yunan-Rum ikilisine açık destek vermeye yönelmesinin Macron’un diplomasiden pek nasibini almamış tutumundan ve sivri dilinden kaynaklandığını kabul etmek gerekir.
Fransa Cumhurbaşkanı’nın bir süredir Türkiye’nin ancak bundan anlayacağını belirterek kırmızı çizgilerden söz etmesi, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında da belirtildiği gibi “eski sömürgeci refleksleriyle” yapılmış, “kibirli, üst perdeden” bir yaklaşımı yansıtıyor. “Akdeniz'de veya başka bir coğrafyada herhangi bir ülkenin deniz yetki alanını belirlemek” üçüncü ülkelerin de Macron'un da haddine değil” doğal olarak. Ayrıca AB üyelerinin Elysée’nin deyimiyle farklı öncelikleri de ciddiyet ve sağduyudan yoksun bu Türkiye politikası üzerinde birleşmelerini mümkün kılmıyor.
Yazıyı kaleme aldığımız sırada toplantıda kimin nasıl konuştuğuyla ilgili olarak medyaya sızan detaylı bilgiler olmasa da bazı liderlerin Macron’la hemfikir olmadığına ilişkin birtakım bilgiler vardı. Örneğin El Pais’te yayımlanan konuyla ilgili bir haber yorumda Temmuz sonunda Atina ve Ankara’yı ziyaret etmiş olan İspanya Dışişleri Bakanı Arancha Gonzalez Laya’nın, “sorunların yaptırımlar veya güç kullanarak değil ancak diyalogla, görüşmeler yoluyla çözülebileceği” görüşünde olduğu aktarılıyordu. İspanya, İtalya ve Almanya’nın Libya konusunda da Fransa ile paralel bir tutum benimsemediği vurgulanıyordu.
Haber-yorumda İspanya’nın Akdeniz’de AB’nin özellikle ABD’den özerk bir politika izlemesine sıcak baktığı ama Fransa gibi sert bir politikadan yana olmadığı, İtalya’nın da benzer bir politika izlediği belirtiliyor. Ayrıca iki ülkenin gündemde yer alan göçmen sorununa çok duyarlı olduğu ve özellikle bu sorunu körükleyebileceği kaygısıyla AB’nin Erdoğan’la gerilim yaşamasından yana olmadığının altı çiziliyordu.
Nitekim toplantı sonunda yeniden medyanın karşısına geçen Macron “Türkiye ile sorumlu bir diyaloğu canlandırma ortak iradesini” dile getirmek zorunda kaldı. “Diyaloğun bölgede denge yollarını bulmak için” başlatıldığını açıklarken, “Saf değiliz ama iyi niyetle yeniden angaje olmak istiyoruz” dedi ve ekledi: “Amacımız Türkiye ile ilişkilerin gerçekten normalleştirmek.”
Yaptırım konusu yayımlanan sonuç bildirisine yansıdı yansımasına ama Le Monde’un bu sabahki haberinin başlığı ve içeriğinde yer aldığının aksine, Türkiye konusunda tam bir dayanışma olmadığı açık. Nitekim El Pais’nin konuyla ilgili bu sabahki haberi “İspanya ve İtalya, Macron’un Türk Cumhurbaşkanı’na saldırısını frenledi” başlığını taşıyor. [1] Haberin içeriğinde Malta ile Portekiz’in de Madrid ve Roma’ya destek verdiği belirtiliyor.
Fransa Cumhurbaşkanı’nın bir süredir Türkiye’nin ancak bundan anlayacağını belirterek kırmızı çizgilerden söz etmesi, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında da belirtildiği gibi “eski sömürgeci refleksleriyle” yapılmış, “kibirli, üst perdeden” bir yaklaşımı yansıtıyor. “Akdeniz'de veya başka bir coğrafyada herhangi bir ülkenin deniz yetki alanını belirlemek” üçüncü ülkelerin de Macron'un da haddine değil” doğal olarak. Ayrıca AB üyelerinin Elysée’nin deyimiyle farklı öncelikleri de ciddiyet ve sağduyudan yoksun bu Türkiye politikası üzerinde birleşmelerini mümkün kılmıyor.
Bildiride, 24-25 Eylül’de yapılacak AB Zirvesi’nde ancak “Türkiye diyaloğu reddeder ve tek taraflı etkinliklerini sürdürürse” yaptırımların gündeme geleceği belirtiliyor. Yunanistan ve GKRY’nin de imzasını taşıyan bu bildiri, Macron’un ve Yunan-Rum ikilisinin beklentilerinin tam karşılanmadığını ortaya koyuyor. Nitekim France 24, Macron’un açılışta Türkiye’nin artık AB’nin ortağı olmadığı cümlesiyle başlayan sert sözlerine değinerek sonunda hangi noktaya geldiğine dikkat çekiyor. Ancak AB’nin, Yunanistan ve GKRY ikilisinin istediği gibi, Türkiye’nin bölgedeki sondajlarını durdurmasını ön koşul olarak kabul etmesi halinde sorunun çözülemeyeceğinin de altını çizmek gerekir.
Fransa’nın Türkiye husumeti yeni değil, dolayısıyla Macron’a özgü olduğunu söylemek de mümkün değil. Yazılarımızda altını çizdiğimiz gibi, sağcı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Libya, solcu François Hollande’la Suriye’ye giren ve ABD’nin gölgesinde terör örgütü PYD/YPG’ye destek vermeye başlayan Fransa’nın bu politikası ne sağda ne solda olduğunu dile getiren Macron’la zirveye ulaşmış bulunuyor. Her şey birbiriyle bağlantılı olsa da Fransa’nın bu kadar net biçimde Türkiye’yi dışlayarak Yunan-Rum ikilisine açık destek vermeye yönelmesinin Macron’un diplomasiden pek nasibini almamış tutumundan ve sivri dilinden kaynaklandığını kabul etmek gerekir.
Macron Ajaccio Zirvesi öncesinde dile getirdikleriyle ölçüyü tamamen kaçırmış bulunuyor. O bakımdan cumhurbaşkanı olarak kaldığı sürece Türk-Fransız siyasi ilişkilerinin olumsuz çizgisini koruması, bu olumsuzluğun giderek ileri düzeyde olan ekonomik ilişkilerimize de yansıması kaçınılmaz. Bir diğer deyişle, büyük Fransız halkı ile Macron ve hükümetini ayrı tutarak söylemek gerekirse, Fransa Cumhurbaşkanı sonucu olasılıkla hüsran olacak bir macera için elindekini çöpe atıyor. Bu, Türk-Fransız ilişkileri bakımından olduğu kadar Fransa için de rasyonel bir davranış değil.
[“Agur, ETA artık yok” (Aralık 2018), “Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Terörle Mücadele Modeli” (2006) ve “Euskal Herria: İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği” (1999) kitaplarının yazarı olan Akın Özçer emekli Dışişleri mensubudur]
[1] https://elpais.com/internacional/2020-09-10/macron-busca-apoyos-en-el-su...